Köyümün yel değirmenleri! Nerede kaldınız? Bir zamanlar hafif bir rüzgâr esse, kanatlanıp uçacak gibi bir haliniz vardı. Issız, rüzgârsız günlerde uslu uslu durur, gölgenizde kuzu, koyun ya¬tıştırır, doyumsuz oyunlar oynardık.
Fakat hafiften bir yaprak kımıldadı mı hemen karşıdan, elinde bastun Ka¬dir ağanın geldiğini görürdük. Ondan sonra bastunu bırakır, yıllarca yaptığı gibi oku bocurgata geçirir, yavaş ya¬vaş, tek başına o koskoca değirmeni rüzgâra karşı çevirirdi. Yüzünü rüzgâra çevirdiler mi değirmen öyle bir sevinir, öyle bir neşelenirdi ki, bayram sabah¬larında gülerek koşuşan çocukları an-dırırdı...
Biz artık kanatların altından çekilir, yine oyunumuza dalardık. Kadir ağa¬nın içeride ne yaptığını çok sonraları öğrendik. Meğer öğütmek için getiril¬miş arpa, çavdar, misir, buğday, artık kim ne getirmişse, değirmenin ikinci
katına çıkarır, zahire sepetine boşaltır¬dı. Sonra un sandığının başına geçer, kayaların altından fışkıran taze sıcacık unu keyifle çuvallara, dağırcıklara dol¬dururdu.
Savaş yıllarından sonra herkesler çok fakir düştü. Birçok aileler sabırsız¬lıkla bekledikleri ilk olgunlaşan arpa başaklarını toplar, kurutur, yel değir¬menlerinde "aç harmanı" yaparlardı. Böyle anlarda Kadir ağa biraz un ayı¬rır, ovağın yanındaki testiden su ile ilk çöreği karıp değirmenin ocağında pişi¬rirdi. Bu çöreklerin görülecek bir tadı olurdu!
Bu değirmenler kimseden ne su, ne ekmek isterlerdi. İstedikleri ancak biraz dikkat ve biraz rüzgâr idi. Buna karşılık köylünün işini görürlerdi. Uzak uzak yerlere değirmene gitmek gerek-mezdi. Onlarda elektrik harcanmazdı, kömür yakılmaz, benzin hiç kullanıl¬mazdı. Onlar, köyün dört bir yanında, açık alanlara kurulmuş, hafiften bir rüzgâr esmesini beklerlerdi. Rüzgâr çıktı mı, artık birbirleriyle yarışırca kanat çırpınışlarını görmeliydiniz!
Hiç unutmam, bir defa kiraz mevsiminde, kıra gidiyoruz. Köy kenarına çıktığımızda oradaki yel değirmeninin kanatlarını uçacak- mış gibi savurduğunu gördük. Ba¬bam hemen: "Bu değirmen boş!" dedi. Biraz daha rüzgâr çıkarsa, ka¬natlarını kırabilir!" "Bizim değil ya, ne olursa olsun!" deyip geçemezdik. Babam hemen arabadan atladı, de¬ğirmenin yanına varıp bocurgata sarıldı, onu yan çevirdi. Ondan son¬ra kanatlar yavaş yavaş dönmeye başladılar.
Kiraz mevsiminde az mı rüzgârlar eser! O gün kiraz tepesinde rüzgâr estikçe dallarla beraber sallandım durdum. Aklımda ise hep o değir¬menin çırpınan kanatları vardı. Ak¬şam üstü, köye dönerken, artık sahi¬bi oraya gelmiş, değirmen uslanmış yorgun bir at gibi yavaş ve kararlı dönmeye başlamıştı. Artık sabahki
o çılgın hali yoktu. Ordan geçerken değirmenci yolumuzu kesti ve ba¬bama:
- Sağol, Ahmet! dedi. Anladım ki, değirmenin yönünü sen çevir¬mişsin. Sabahtan acele işim çıktı, gelemedim. O ise gürül de gürül dönüp durmuş yedeğini koparan taylar gibi!... Sen olmasan kanatları parçalanacak...
Şimdi rüzgâr kuvvetinden yarar¬lanarak insanlara hizmet veren o bir zamanki yel değirmenlerinin öne¬mini anlıyoruz. Rüzgârların yenile¬nen enerji kaynağı olduğunu, tabiat ortamını kirletmeden iş gördükle¬rini, bize fayda verdiklerini anlıyo¬ruz, fakat geç! Şimdi Deliormanda o bir zamanki yel değirmenlerinin yerinde sadece rüzgârlar esiyor ve biz, yaşlılar gibi, eski hatıraları an¬latıyorlar.
İsmail A. ÇAVUŞEV
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder